Medya İletişim
Yalçın KARAOĞLU
yalcinkaraoglu01@hotmail.com
Facebookta Paylaş Makale Listesi
Yesirlerin Bakkalı’ndaki peynir bidonu...14 December 2023 Thursday
Günübirlik yaşıyorduk.
Hergün iş olmazdı ki...
Havalar soğuyunca yoksulluk zor gelirdi.
Kış ayını pek sevmezdik.
Salih Emmi Oruçlu’dan çuvallarla murt ve kesme kökü odunu getirirdi, eğer Ormancı’ya rastgelmediyse...
Yoksam tahta parçası yakardık.
Hızarcı Ali abi’de kaldıysa.
Benden önce Yesir Durmuş Emmi gelmişse ve çuvalını doldurup götürmüşse çok canım sıkılırdı.
Hızarcı Ali abi “ odunu tutuşturmanın en iyi yolu tahta parçasıdır”
Dediğinde: “Tabi tabi” derdik.
Oysa bizim tahta parçasından başka yakacak odunumuz pek olmazdı ki!
2 çuval odun 1 hafta giderdi, 2 borulu 1 dirsekli sobamız da tez dolardı..
Mehmet Deniz 1 naylon pamuk çubuğu getirdiğinde nasıl da sevinmiştik!
Meğer saman alevi gibi yanıverip geçermiş de bilmezmişik!
Teyzemin Kızı Hilal bir gün bize geldiğinde o kadar üzülmüş ki gittiğinde Adana’ya Öğretmen Teyzeme:
“Anne küçük, incecik çubukları sobaya atıyorlar, hemencecik yanıveriyor” demişti.
Biz o eski buz gibi soğuk havalarda dahi geceleyin soba yaktığımızı hatırlamayız...
Pamuklu ağır yorganların altında, yer döşeğinde 3 kardeş birlikte sarılarak yatardık
Nefesimizle 3 dakikada yorganı ısıtırdık
Birisi mutfak diğeri oda 2 gözlü evimizde ruhumuz çok daralırdı.
Bir gün annem sobayı biraz uzağa kurduğunda hazırcevap babam:
“Hatun ha bu sobayı buraya kurmuşsun ya da Yesir’ın dörtyolundaki bakkalına kurmuşsun farketmez” dediğini hatırlıyorum.
Büyükannem, annemi doktora götüren babama yakınırken biraz da kızıyordu
“Ne biçim doktordu o adam hiç konuşmuyor”
Babam küplere biniyor ve:
“Bi daha ki sefere kızını avukata götürelim, o daha iyi konuşur” diyordu.
...
Taşrada ilişkiler kedi, köpek ilişkisi gibiydi çoğu zaman.
Dört mevsim aynı anda yaşanır.
Kızarsın, söversin, döversin, az sonra barışırsın.
Hele Çukurova’nın Kozan’ında söverek seversin...
Peynir, bal, tereyağı zor bulunurdu.
Bakkaldan yarım kilo toz şeker alırdık...
At Arabacı Cuma abinin tahtalı evine şittille gldlip Fadıma Dezze’den 1 kilo süt isterdik.
“Bre Yalçın anan 5 kilo niye süt aldırmıyor?”
Dediğini ilettiğimizde:
Annem şaşkınlıkla bakakalıp “Yok artık Hasan Dağı’na oduna mı gidiyoruz” derdi.
5 kilo süt almak ne kadar da büyük bir işti!
O zamanlar iliştirik derdik, et sucuğuna babam bir miktar alıp şişle sobada pişirip ekmeklerle bize bölüştürdüğünde sevinçten uçacak gibi olurduk.
Tadına bayılırdık.
“Yerli, Teke Tufan’dan olsun ha!” Derdi bakkaldan alırken...
Yesir Durmuş Emmi’nin bakkalına girerken hemen solda buzdolabının üstündeki 5 kiloluk bir yağ bidonunun içindeki beyaz peynirden 1 küçük dalak peynir almak çok zor ve aldığımızda da yemek çok keyifliydi.
O bidon gözümüze dev gibi görünürdü.. Ulaşılması imkansız bir şeydi sanki. Çok ama çok kıymetliydi, mücevher gibiydi..
Gibisi yok mücevherdi!
Çıplak İsmet’in evinde oğlu Ahmet’le ya da Mansurlulu Selahattin abinin Oğlu Okan Düzgün’ün evinde şekerle suyu karıştırıp içmenin keyifli olduğu yıllardı.
Arif Giray’ların kalenin eteğindeki evlerinde yediğimiz Annesi Hamide ablanın verdiği bisküvi nasıl da lezzetliydi?!
Ne Yesirlerin Bakkalı kaldı ne de 5 kiloluk peynir bidonlarının o muhteşem, erişilmez görüntüsü!
Yarım hatta çeyrek ekmek bile satılırdı
Babamın arada bir yarım somun ekmeği yerken şalgam içtiğini hatırlıyorum da...
Ciğerci Ali’nin o muhteşem ciğerini yedikten sonra Hacı Ahmet Dağlı’nın Oğlu Yusuf kivramla Cumhuriyet Karabulut’taki havlusunda 4 zeytin ağacı olan 2 gözlü evimizde Abdal Sefer abinin sünnet ederken “beşe kadar say bakalım” dediğini hatırlamak bile istemiyorum!
(Devam edecek/ Tayfur Avcı çizerse daha iyi olacak...)