5.03.2013
80 ÖNCESİ ve BUGÜN 1980 öncesi Kürtçülüğün mayalandığı bir dönemdir. Bir sağ-sol çatışması şeklinde görünen ve bilinen bir dönem olmasına rağmen taraflardan biri olarak görülen ülkücüler-Türk milliyetçileri kendilerini asla sağ tabiriyle tanımlamamışlardır. Bu kavga esas olarak Türk milletinin ve Türk ülkelerinin neredeyse tamamını yutmuş olan bir Rus yayılmacılığına; ilkin Türkiye’de, sonra da bütün dünyada karşı koyma çabası idi. Milliyetçilerin kavgası sadece Rus yayılmacılığına karşı koymak da değildi. Esas olarak Türk kültürüne, Türk kimliğine ve Türk milletinin menfaatlerine sahip çıkmak gayreti idi. Bilindiği gibi Rusya kurulduğundan beri hep Türkler ve Türk ülkeleri aleyhine gelişmiştir. Balkanlardan Ural’lara kadar bu arada Kırım, Kafkas bölgelerinde de hep Türklerin aleyhine genişlemiştir. Nasıl ki Osmanlı Bizans aleyhine büyümüş gelişmiş ise Ruslar da tarihin bir cilvesi olsa gerek Türkler ve Türk devleti aleyhine gelişmiştir. Osmanlı-Rus savaşları, tarihimizin daha çok dar günleri, karanlık zamanlarıdır. Böyle olduğu için milletimiz: İçinde yoksa Moskof’a karşı bir kin diyerek tarihi Türk-Rus ilişkisi karşısındaki psikolojisini özetlemiştir. Türkiye’de bir “68 kuşağı”ndan bahsedilir. Soğuk savaş yıllarında Fransa’da, Almanya’da, İtalya’da, Yunanistan’da ve diğer Avrupa ülkelerinin pek çoğunda parlayan öğrenci ve gençlik hareketleri olmuştu. Ancak kısa sürede Avrupa’da bu hareketler son bulmuştu. Toplumları ve devletleri çok ciddi sıkıntılara sokmamıştı. Bu olayların Türkiye’deki uzantısı ise her ne hikmetse öğrenci-gençlik-üniversite hareketleri adıyla gittikçe dozunu arttırdı ve hemen her gün sokaklarda, mahallelerde, üniversitelerde cinayetler işlenir oldu. Türk milliyetçileri karşılarındaki belanın Komunizm, Marksizm olmaktan çok Rus yayılmacılığının yeni bir versiyonu olduğunu biliyorlardı. Solcu-Marksist-Rusçu hareketin kanatlarının altında çoğunun pek de fark edemediği Kürtçülük ve bölücülük hareketi de planlanmıştı. 1975 de fakülteye başladığım ilk günlerde bir solcu nümayişten aklımda kalan döviz ve pankartlardan bir kısmı “halklara özgürlük”, “Kürdara azadi” şeklindeydi. Yani “Kürtlere özgürlük” düşüncesi sol hareketlerin kanatları altında beslendi. O zamanlar Türk milliyetçiliği hareketi içinde ise ciddi sayıda ve kalitede Kürt kökenli Türk milliyetçileri vardı. Türk milliyetçilerinin direnişi semeresini vermişti. Rusya, Afganistan’ı düşürürken, yüzyıllardır göz koyduğu Türkiye’yi düşürememişse bunda Türk’üyle, Kürt’üyle Türk milliyetçilerinin mücadelesinin hakkını vermek gerekir. Kürt asıllı vatandaşlarımız arasında Türk milliyetçiliğinin gelişmesi Doğuda pek çok belediye başkanlıklarını milliyetçilerin alması, milletvekilleri çıkarılması bu ülkenin birliğinin- parçalanmazlığının garantisi gibiydi. Ancak bizde 12 Eylül 1980 darbesi geldi ve olanlar oldu. Dışarıda da SSCB çöktü-dağıldı. Ve dünyanın bütün dengesi bozuldu. 1980’den sonra Kürtçülük hareketi Apo’culuk olarak yeni bir ivme kazandı. Sonuçta da günümüzdeki bilinen tablo ortaya çıktı: Türk devletinin temsilcileri olması gerekenler masanın bir yanında Apo ve Kürtçüler ise masanın diğer yanında yerlerini aldı. Peki bu tablo kimin projesidir? Bu tablonun oluşmasında NATO’nun namlunun ucunu bizlere döndermesinin etkisini kim inkar edebilir? Soğuk savaş dönemi 1980’lerin sonunda bitti. Bundan sonra NATO namlunun ucunu Varşova Paktı’ndan, SSCB’den alıp Türk ve İslam ülkelerine yöneltti. Çünkü onların ifadesiyle “Şer imparatorluğu” dağılmıştı. Yeni bir düşman kitleye ihtiyaç vardı. O da kısa sürede belirlendi: Türk ve İslam dünyası. Bu durum Bush’un ağzından “Yeni bir haçlı seferi başlamıştır” şeklinde ifadesini buldu. Batı’nın Orta Doğu projesi olarak geliştirdiği politikalar sonucu Arap devletlerinde “bahar”lar estirildi. Türkiye’de ise Kürtçülük hayal bile edemediği noktalara yükseldi. Artık Öcalan bebek katili değil, terörist başı değil muzaffer orduların başkanı gibiydi ve Türk devleti anayasasını yaparken Öcalan’la müzakere ediyordu. Bundan sonra Öcalan paşa(!) Kürtçülük konusunda ne buyurursa o olacak gibi görünüyor. Apo “Ya dediğim gibi bir anayasa hazırlarsınız ya da 50 bin kişilik bir orduyla geliyorum” anlamına gelen tehditler savuruyor Belki biz bu durumu hak ediyor olabiliriz. Ancak ne tarihimiz ne de geleceğimiz buna izin vermeyecektir. |