29.01.2013
İKTİDAR OLMAK İktidar olmanın en belirgin vasfı, alameti farikası, iktidar nimetlerinin; devletin mevki, makam ve ekonomik imkanlarının iktidar sahipleri ve yandaşları arasında bölüşülmesi midir, pay edilmesi midir? Bizde öyle oluyor da! İktidar nimetleri pek çok kişi ve gruba menfaat olarak sunulmaktadır. Bu sunumun tabii sonucu da iktidar sahiplerinin yanı başlarında dertleri yalnızca menfaatlenmek olan büyük kalabalıkların toplanmasıdır. Vatandaşların bir kısmı ise bu nimetlerin uzağında, elleri böğründe beklemektedir. Ta ki iktidar sırası kendilerine de gelsin! Böylesi bir tablonun sandığa yansımasına da demokrasi diyoruz biz! Tabii çok az sayıdaki çalışkan, fedakar, idealist insanları tenzih ederek bu kalabalıkların dışında tutmak gerekir. Eleştirmeyen, sorgulamayan bir toplumun bu tür haksızlıklara itiraz etmesini beklemek ise boşunadır. Daha da acısı, artık nerede ise hiç kimsenin iktidar gücünün sağladığı haksız kazanç ve yolsuzlukları görmemesi veya doğal karşılamasıdır. Devlet imkanlarından haksız şekilde yararlanmanın getirdiği bu ahlaksız tabloyu tasvip etmek mümkün değil ama çoğunluk artık kanıksamış görünüyor. Halbuki İslam’ın yalnızca liyakat ilkesini uygulamaya koysalar idi kendilerini İslamcı olarak lanse edenlerin çoğu sınıfta kalacaktı. Bunların “İslamcılık” ları da liyakat ilkesinin devreye girmesiyle yerle bir olacaktır! Yine KÜRESELLEŞME Küreselleşme; yeni dünya düzeni dedikleri gelişmenin yeni egemenlik biçimidir. Barış, demokrasi, ileri demokrasi yaveleriyle dünyanın kaynaklarının, dünya milletlerinin elinden alınmasıdır. Hem de gönüllüdür verenler bu yeni düzende! Bu düzende acımasız bir psikolojik savaşın mağlubudur insanlar ve toplumlar. Psikolojik savaş da ne ki diyenlere Kaddafi örneğini hatırlatırım. Adamlar Kaddafi’yi vahşice öldürttüler ve tam bir sırtlan tavrıyla petrole kondular. Adına da rahatlıkla ama utanmadan “bahar” dediler. Hepimize de bu sözüm ona baharın esintilerini alkışlattılar. Zulüm ve yağmanın bahar olarak takdimi ve kabulü tam bir psikolojik savaş örneğidir. Pek de iyi anlamadığımız bu savaşta insanlar duygu, düşünce ve davranış bakımından kontrolde tutulmaktadır. Böyle olunca da zulme bahar diyebiliyoruz. Küresel güçlerin Türkiye’deki psikolojik savaş taktikleri ise bizi hangi noktaya getirdi bir düşünelim. Zihinlerin bin türlü baskı altında olduğu ülkemizde Türk – Kürt tartışmasının içinde boğuluyoruz. “Analar ağlamasın, akan kan dursun” diye diye katillerle iş birliği noktasına geldik. Hem de egemenliğimizden taviz vererek. Kim anaların ağlamasını ister, kim kan akmasının devamını ister? Sadece kanlarımızı akıtan ve Türk-Kürt anaları ağlatan küresel şer güçleri elbette ki! Terör ve çözüm adına yapılan açılımlar milletin anasını toptan ağlatmaya yol açacak gibi görünüyor. Son günlerde olanlara bakın. Türkçe bildiği halde “Ana dilde savunma” diyenlerin, devletin resmi dilinin Türkçe olmasına isyanını kabul ettik. Türkçe bilmeyenler için mahkemede zaten tercüman vardı. O zaman dert neydi? Dert Türkçenin tek resmi dil olmaktan çıkarılmasıdır. Bir de Türk-Kürt üstünlük yarışması çıkarıldı. Gürültü- Patırtı arasında kavramlar birbirine karıştırılıyor. Hani tek bayrak, tek vatan, tek millet idik. Meğer millet denince sadece Türk anlaşılmayacakmış, Kürt, Çerkez, Abaza, Ermeni, Rum v.s de anlaşılmalıymış. O zaman tek millet nerde kaldı? Birden çok millet olacak idi ise tek vatan, tek bayrak nasıl olacak? Bu milletin unsurları arasında elbette Kürt, Arap, Çerkez var. Ancak bir adı olmayacak mı bu milletin? Elbette böyle bir ad var ve biz buna Türk Milleti diyoruz. Bütün unsurları kapsayan, ifade eden, bütün unsurlara saygılı olan bir üst kimlik olarak Türk Milleti var ve bu milletin vatanı da tek: Türkiye Öyle değil mi? Bu anlamda Türk üst kimliğinde bütün unsurlar, bu arada Kürt asıllı vatandaşlarımız da yer almaktadır. Aksi halde söylediklerini doğru kabul edersek Türkiye’yi ortadan kaldırıp 36 bayrak, 36 millet, 36 vatan(cık) hazırlamamız gerekir. Zihinlerimizin bu noktaya gelmesi küreselleşme denen belanın ne menem bir şey olduğunun anlaşılmasını sağlamalıdır. Evet Türk milletinin duygu, düşünce ve davranış bakımından bağımsız hareket ettiğini söyleyebilir miyiz? Seyir demokrasisine devam mı edeceğiz, yoksa zihinlerimizi cendereden kurtarıp mankurtlaşmaya son mu vereceğiz! |